26 Şubat 2006

Rebecca...

Vakit gazetesinde yer alan aşağıdaki yazıyı sizinle paylaşmak istedim.Bir hidayet öyküsünü daha dinlemek çok sevindirici.

NASR SURESİ
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
110/1: Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman,
110/2: Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde,
110/3: Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.
.....................................................................................



Merve Kavakçı

Rebecca.. Tarih : 24.02.2006

İlk defa sınıfın kapısının yanında koridorda yerde otururken görmüştüm onu. Bilmem nedendir dikkatimi çekmişti. İçeriye girmek için bir önceki dersin öğrencilerinin sınıftan çıkmasını bekliyordu. Amerikan kültürünün günlük hayata yansıyan, bizce yadırganan özelliklerinden biri de açık, kapalı her mekânda yere oturuvermeleri, yerlerin tadını pek güzel çıkarmalarıydı. O da sırtını duvara dayamış, koridora ayaklarını uzatmış, dizindeki kitabı okuyordu.
Zaman içerisinde birbirimizi tanıdık. Sakin yapılıydı, hareketlerinde hemen insanın dikkatini çeken bir asalet vardı, alımlı bir genç kızdı. Bir defasında kadınları kastederek, “Bunların giyiniş tarzı sizi rahatsız etmiyor mu? Ben bir Amerikalı olarak rahatsız oluyorum” demişti. Gülümsemiş, “Açıkçası, beni rahatsız etmiyor, ben onları görmüyorum bile. Benim kendi ülkemde bu üniversite gibi bir eğitim kurumunda bu kıyafetimle ‘var olabilmem’ mümkün olmadığı için, ben ancak bu nimetin tadına varmakla meşgulüm, onlar dikkatimi çekmiyor” demiştim.
Zamanla Türkiye’ye duyduğu ilgi arttı Rebecca’nın. Tarihini, siyasetini okudu, kimi zaman ödevlerini hazırlarken yardım istedi. Uzun saatler konuşur, zaman tünelinde yolculuğa çıkardık. Ülkemizdeki başörtüsü yasağına olan ilgisi, ilişkimize yeni bir boyut kazandırdı sonradan, bana, yasağın sona ermesi için yaptığımız faaliyetlerde yardımcı olmak istediğini söyledi. Memnuniyetle kabul ettim. Birçoğunuz onu bir-iki ay önce Amerika’daki çalışmalarımızı yansıtan “32. Gün” programında asistanım olarak tanıdınız. İlişkimiz daha çok bir abla-kardeş, iki arkadaş, dert ortağı seviyesindeydi. Çok sevdiği ‘memleketi’ Kaliforniya’dan çocukluk arkadaşları, akrabaları geldiğinde benimle tanıştırmak için sabırsızlanıyordu. Yine böyle bir fırsatta, arkadaşı Lava’yı evime akşam yemeğine getirdiğinde, sofrada; “Çok mutluyum, çok sevdiğim iki insanı sonunda bir araya getirdim” demişti.
Türk yemeklerini de çok sevdi Rebecca... Fırsat buldukça Georgetown’daki BistroMed’e lahmacun yemeğe gider, oradan Virginia’ya geçer, Simit Bakery’den tahin helvası ve Uludağ gazozu alırdık. Çay tiryakisi biri olarak evimde kahve bulundurmamama rağmen, sırf o geldiğinde ikram edeyim diye aldığım Türk kahvesini zevkle içerken, “Bitmesin diye yavaş yavaş içiyorum” derdi.
Bilmiyorum ne kadar zaman önceydi. Arabadaydık yine; “Ben Müslüman olacağım, biliyorsun değil mi?” dedi. “Nereden çıktı bu?” dercesine şaşkın şaşkın bakmış olmalıyım suratına ki devam etti: “Hayatımın her an içinde olan bir dine ihtiyacım var. Bu, Hıristiyanlıkta yok. Bir yere gidiyoruz, yemeğe meselâ, bakıyorum sen bir-iki dakika kayboluyorsun, namazını kılıp geliyorsun. Allah’la olan ilişkin hayatının bir parçası, işte benim buna ihtiyacım var” dedi. Çok şaşırdığımı ve bir o kadar da sevindiğimi söyledim Rebecca’ya.
İki hafta önce Washington’da çok sevdiğim, çok saydığım Prof. Dr. Sulayman Nyang’ın kitapla kaotik mütevazı ofisinde Rebecca, Allah zül Celal ile olan kontratını imzaladı. Yağmurun hüznü arasından içeri sızan güneş ışını eşliğinde üç kişi bir ağızdan “Eşhedü en Lailahe İllallah ve Eşhedü Enne Muhammeden Abduhu ve Resulü” dedi. Dr. Nyang, Rebecca’ya, yaptığı antlaşmanın ne anlam ifade ettiği konusunda bazı anekdotlar anlattıktan sonra, “Merve kardeşim, siz ve ben üçümüz bugün burada, bu ofiste buluşacakmışız, bu bizim alnımıza Cenab-ı Hak tarafından yazılmış” dedi. Düşündüm; hepimiz kaderlerimize koşmuyor muyuz zaten? Var gücümüzle Levh-i Mahfuz’la sabit olana doğru bir akış, koşuşturuş, acele ediş, bekleyemeyiş... Başında beyaz örtüsü, geçmiş günahlarını geride bırakmışlığın verdiği masumiyetle bir meleği andırarak dinliyor Rebecca... Nyang’ın ofisinden henüz çıkmıştık ki, telefonum çalıyor, beklediğim haber geliyor, ailemizin en yeni ferdinin nihayet aramıza katıldığını öğreniyorum. Rebecca’ya dönüp; “Sidra Hanım doğmuş (en küçük yeğenim), bundan sonra senin doğum gününle onun doğum gününü birlikte kutlayacağız” diyorum. Her zamanki masum çehresiyle kıkırdıyor Rebecca’cık.
Bu haftayı Washington’dan hava yoluyla üç saat mesafede bulunan Dallas’ta beraber geçiriyoruz. Seyahatimiz -George Washington’un doğum günü münasebetiyle- President’s Day denen resmî tatile de rastladığı için okulların kapalı olması da iyi oldu. Dün akşam baktım, yemek sonrasında Rebecca ve aile efradı oturma odasında derin sohbetlere dalmışlar. Sünnîlik-Şiilîk ayrımından peygamberlerin öne çıkan özelliklerine kadar birçok şeyi konuşuyorlar. Annem biraz sonra katılıyor sohbete, Fatıma ve Meryem başka sorular yöneltiyorlar dedelerine. Ben çayları dolduruyorum. Bir ara kulağıma; “thank you anne” ilişiyor. “Baba” diye başlayan soru İngilizce devam ediyor. Kavakçı ailesine Sidra torunla birlikte bir kız evlât daha katılıyor. Rebecca Fenderson...

13 yorum:

Bâd-ı Sabâ dedi ki...

http://www.mervekavakci.net/

Önce yukardaki linki ziyaret ediniz.

http://www.mervekavakci.net/icsayfa/foto.asp

sonra da bu linki.

İkinci Linki, postanızda kullandığınız Merve Hanımın resmini değiştirmeniz için verdim. Çümkü kullandığınız resim pek hoş durmuyor orada, daha güzel bir resim kullanabilirsiniz :-/

Sevgi ve selamlarımla

Bâd-ı Sabâ dedi ki...

...tabi seçim sizin efendim, her şey kendi tasarrufunuzda!

life dedi ki...

Yazıyı gazetedeki köşesinden kopyaladığım için resim olarak ta ordakini kullanmanın doğru olacağını ve resmin hiç önemli olmadığını düşünüyorum.Resmi koymasam mı ki diye bir tereddüt yaşamıştım zaten.Maksadım kadının resmini en iyi şekilde göstermek değil bilakis yazıyı ön plana çıkarmak...

Duayla....

Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"Gülümsemiş, “Açıkçası, beni rahatsız etmiyor, ben onları görmüyorum bile. Benim kendi ülkemde bu üniversite gibi bir eğitim kurumunda bu kıyafetimle ‘var olabilmem’ mümkün olmadığı için, ben ancak bu nimetin tadına varmakla meşgulüm, onlar dikkatimi çekmiyor” demiştim."

Bizim dikkatimizi çekiyor ama!? Ben de rahatsızım bu durumdan, hem de şikayetciyim :(

Bir kadın sokağa çıkıyorken üstüne başına dikkat etmelidir, giyimine kuşamın özen göstermelidir...

Bazı umursamaz kızlarımız, işin dozunu da kaçırıyorlar. Bu hali bana medeniyet diye yutturmaya kalkmasınlar, o zeka sahibi insanlar medeniyeti kadının saçını başını açmakta arıyorlarsa yanılıyorlar.

Şunu da söylemeden sözümü bitirmiş sayılmam, mesele türban değildir. Başına türban alıp, dokuz kadına taş çıkaracak nispette giyinip kuşanan kadınlar var.

Üzerine kara çarşaf alıp sokağa çıkılmasına da karşıyım ben, böyle bir durum kadını erkekten tecrit etmekten başka bir hareket değildir. Neyi kimden tecrit ediyorsunuz?!

Bu iki insanın birbirine ihtiyacı var, kadını bir hayvan gibi ahıra kapatırcasına (ben böyle yorumluyorum) toplumdan soyutlayıp onu evin süs eşyası yapamazsınız.

Herkes nefsine sahip çıkabilse ne kadınlar azgınlığa davetiye çıkarırlar, ne de erkekler bu manzaraya müsade ederler. Ama alan razı satan razı, bize de ne olacak bu dünyanın hali demek düşüyor :-/

Doğruya Doğru,
Kâzım Mızrak

Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Resim konusunu yeniden düşündüm de bu kalsa daha iyi olacak gibi geliyor bana, sen köşe yazarlarının resimlerini olduğu gibi alıyorsun ya; o bakımdan değerlendirdim bu sefer :-/

life dedi ki...

Kâzım,


"Üzerine kara çarşaf alıp sokağa çıkılmasına da karşıyım ben, böyle bir durum kadını erkekten tecrit etmekten başka bir hareket değildir. Neyi kimden tecrit ediyorsunuz?!Bu iki insanın birbirine ihtiyacı var, kadını bir hayvan gibi ahıra kapatırcasına (ben böyle yorumluyorum) toplumdan soyutlayıp onu evin süs eşyası yapamazsınız."sözlerin haricindekilere katılıyorum.

Kadınlar diğer örtünme şekillerine göre en iyi ancak çarşafla kapanabiliyorlar benim görüşüme göre.Çarşaf giymeyen ama son derece sade ve dikkat çekmeyecek birşekilde giyinmiş kapalı bir kadın bile karşısındaki erkeği etkileyebilir.Örneklerini bunun çok görüyoruz.Ve şu bir gerçek ki bu tip kadınlar bence daha tehlikeli olabiliyor.Çünkü dediğin gibi kapalı ama dokuz kadına taş çıkartacak kadın için belki evli bir adam evini bırakmayabilir. Sadece başka türlü bakabilir.Ama biraz daha olgun ve terbiyeli sade giyinimli bir kadın özellikle toplum içindeyse yabancı bir erkekle arasında elektriklenme olabilir.Bu sefer o evli adam ya evini terkedebilir yada kuma olarak bile getirebilir.Dolayısıyla çok boyutlu düşündüğünde toplum yararına kadın için en iyi yer evidir.Ve en iyi kapanma şekline bürünmelidir.
Toplum içinde çarşaf bile giyse bence bir kadın o çarşaflı haliyle bile yabancı bir erkeği etkileyebilir.Peygamberimizden bu zamana yada sadece osmanlıyı düşünürsek kadınlar çarşaf giydilerde kötü mü oldu?Küçük bir anadolu kasabasında doğdum ben.Ordaki kadınlar eskiden çarşafa benzeyen bir kıyafet giyerlerdi.Küresel dejenerasyon orayı da vurdu ve neticesinde kadınlar pardösü ve türevlerini giymeye yeni gelen kuşak kapanmamaya başladı.Eskiden yüzlerini göstermeyen kadınlar şimdi vücut hatlarını bariz bir şekilde gösteren pardösüler giyiyorlar.Kendi kızlarına örtünmeleri gerektiğini anlatmıyorlar bile.Bu da zamanla öyle bir toplumun ahlakının zayıflamasına sebep oluyor.Düşünün bir kere kadınların inançları bu şekilde zayıflayabiliyorsa erkekler ne haldedir.Bu dejenerasyon başta fuhuş olmak üzere toplumdaki her türlü kötülüğü doğurur.

Ben evli olmuş olsam ve benim eşimin çalıştığı yerde sade giyimli kapalılar olsa ben rahat edemem.Kimseye güvenemem.Nefis var.Açık kadınlar varken düşünün bu işin kötülüğünü birde değil mi?

Kadınlar için en doğru yer evleridir.Bu toplumun çoluk çocuğumuzun eşimizin dostumuzun,ve kendimizin yararına.Emine Şenlikoğlu'nun dediği gibi kadınları kadınlar ezmesin.

Nefsine sahip çıkan insan için bile bu böyle.İmtihan için erkeğin kalbine Allah verebilir bir elektriklenme.Bakalım nefsine yenilecek mi diye.Ve kalbi korumak zordur.

Kısaca birşeyler söylemeye çalıştım.İnşallah anlaşılmışımdır.

Sevgi ve Duayla...

ladybird dedi ki...

Merhaba,

Bugun giyim kusamda tam bir kargasa yasaniyor ama nedense hep bayanin tesetturu tartisiliyor, erkeklerin ki hic gundeme gelmiyor..

Erkekler de gunumuzde Aprupai tarz kiyafet tercih ediyor..

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yahudi ve hristiyanlara benzemek hususunda ciddi uyarılarda bulunmustur.

“Bizimle musrikler arasındaki fark, kalansuve uzerindeki sariklardir.” buyurmustur.

Peygamber Efendimizin dedigi gibi, baska kavimlere benzemeden kendi kulturumuzle kendi kumas ve motiflerimizle baskalarının dikkatini celp etmeden, Allah ve Rasulu’nun hosuna gidecek, rizalarini kazanacak giysileri tercih etmeliyiz. Kilik ve kiyafetimizi ona gore uyarlamalıyız. Cunku;
“Kim bir kavme benzemek isterse o ondandır.” buyuruyor Allah Rasulu.

Sonuc olarak efendimizin hassasiyetleri dikkate alınmalı, kadınımız ve erkeğimiz tesetturu ozuyle birlikte benimsemelidir.

sevgiler

Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Merhaba Lady Bird,

Ahmed Hulusi'nin düşüncelerini hepden değilse de (ki onun her düşüncesinden bilgim ve haberim yoktur) akla mantığa ters düşmeyenlerini ben de benimsiyor ve savunuyorum.

Bakınız, öncelikle şu noktada hem fikir olmamız lazım. Siz konuşuyorsunuz ve konuştuklarınız sizi bağlar; ben konuşuyorum konuştuklarım beni bağlar! Diğer bir ifade ile haklı haksızı aramıyoruz burada; herkes bildiği kadarını ifade etsin, anlayabildiği kadarını anlasın...

Şimdi siz, Peygamber efendimizin bir giyim kuşam standardı varmış da, bizlerin de onun bu giyim kuşam standardına riayet etmesi gerektiği şeklindeki bir düşünceyi benimsiyor ve de savunuyor gibisiniz.

Peygamber Efendimiz bir Japon olsaydı, bizim örnek almamız gereken kültür Japon kültürü ve onların giyim kuşam anlayışı mı olacaktı acaba?!

Peygamber Efendimiz yaşadığı dönemim insanlarından farklı bir dil ile mi konuşmaktaydı?!

Hem belki de farklı bir giyim anlayışı da vardı!? Arabistan yarım adasında hiç Arap'a benzemeyen bir şekilde yaşıyordu belki de!?

Bu önermeler kökten yanlıştır.

Bildiğim üzere konuşuyor olmadığımı söylemekle beraber, şu düşüncenin doğruluğu inancındayım: Hz. Muhammed zamanın ve mekanın gerektirdiği gibi giyiniyor, yiyip içiyordu!

Bu bakımdan yaşama tarzı yönünden, yaşıyor olduğu toplum içersinde şeklen yadırganmayacak hal ve hareketler içersindeydi.

Aynı düşünceyi onun maneviyatı için de söylemek mantıksız olur. Zira zaten Peygamberimiz maneviyatı yönü ile bir Müslüman kimliğine sahipti ama asla ancak ve ancak sadece giyim kuşamıyla bir Müslüman olabilmiş değildir.

Anlaşıldığı üzere Müslümanlığın standart bir kılık kıyafet tüzüğü yoktur.

Mevzuyu bu anlayış ile tahlil etmek gerekir diye düşünüyorum.

Nasıl teknoloji sayesinde Kabe'ye artık deve üzerinde değil de uçakla gidiliyorsa, değişen zamana karşı giyim ve kuşamın da farklı farklı yorumlanması kaçınılmazdır.

Bir Avrupalı gibi veya bir Uzak Doğulu gibi giyinip giyinmemenin tartışması yapılamaz; abestir.

Ben kıravat takabilirim, sarık giyebilirim...

Bütün bunlar coğrafi şartların, toplumlara has yaşama anlayışlarının bir göstergesi veya dışa vurumudur özde.

Kainattaki çeçitliliği görmezden gelerek, bütün insanların aynı şekilde giyinmelerini talep etmek yanlıştır diye düşünmekteyim.

Elbetteki her insan şekline şemaline kendi inançlarına göre bir yorum getirebilir.

Ama bu getirilen yorum, toplumun yaşama düzenindeki birlik ve beraberliği olumsuz yönde etkileyecek şekilde de olmamalıdır!

Saygılarımla,
Kâzım Mızrak

life dedi ki...

Herkes milletin kendi giyim şekline göre giyinmesi mantıklı.Ancak şunuda ifade etmek gerekir ki Türkiye batılılaşmadan önce erkeklerin geleneksel kıyafeti şalvardı mesela ve bu giyim şekli müslümanların giyim şekliyle özdeşleşmişti.Bu yüzden İstiklal mahkemelerinin kurulduğu devirde zorla pek çok erkeğin şalvarı sokak ortasında çıkarttırılarak yırtıldı.Şalvar giymek yasaklandı.Yani aslında müslümanların kendi kültürlerinden kopup batılılaştırılması hedeflendi onların kıyafetleri bile düşman olarak bellendi.Aynı şey halen yapılmaktadır.Dün haberlerde gördüm.Yahudi Mehmet Ali Birand sarıklı cübbeli bir adamı yerden yere vuruyordu.Neymiş bahanesi devlet demir yolunda çalışıyomuşta ondan.Herkes istediği gibi giyinebilir.Sarıkta takabilir şalvar da giyebilir.Kıyafeti işini asla engellemez.Bilakis müslüman kimliği benimsemiş insan daha iyi yapar işi sırf helal rızık kazanmak için.Halen daha yapılmakta ve halen daha karışılmakta görüldüğü gibi müslümanların kıyafetine,böylece insanların aklı karışmakta kendi kimlikleriyle özdeşleşmiş kıyafetleri giyememekteler.Ülkemizde bu sorun var.Ve kimse istediği kıyafeti giyemiyor.Batı hayranı ve islam düşmanı insanlar nerden buluyorlarsa o hakkı bu vatanın gerçek sahiplerinin yani müslümanların(ki müslüman k,mliğiyle büyümüştür koskoca Osmanlı toprakları)her hareketine karışmaktalar ve kısıtlamaya çalışmaktalar.Erkeklerin o şekilde giyinmeleri farz değil kadınlara örtünmenin farz olduğu gibi.Ama bu kendi kültürümüzün kıyafetini atmayı ve avrupai kıyafetlere özenmemizi gerektirmiyor.Müslümanlarla çok uğraşılmasa hatta hiç uğraşılmamış olsa bugün kapalı kadın sayısı ve şalvarlı erkek sayısı daha fazla olurdu.
Dolayısıyla İslamla özdeşleşmiş bir erkek giyim stili var bunu tüm dünyada biliyor ve en alakasız kıtaplara bile müslüman erkek resmi yaparken sarıklı cübbeli adam resmi yapıyorlar.

Peygamberimiz sıcak çöl ikliminde yaşıyordu ve mutlaka ona göre giyinecektir.Örneğin arapların uzun entari giymelerinin esas nedenlerinden biri etekler arasında meydana gelen hava geriliminin insanı serin tutmasındandır ve bu bilimsel olarak ispatlanmıştır.

Toplumun yaşama düzenindeki esas birlik ve beraberliği olumsuz yönde etkileyen müslümanların kıyefetlerine karışılması zorlamayla giymeyeceksiniz denmesidir.
Giyim kuşam insal oğlunu yaratılışından beri uçak- deve arasındaki fark kadar büyük değil.Dolayısıyla insanlar kendi kültürlerine göre bir kıyafeti benimsemiş olabilirler.Bunu değiştirmek zorunda da değiller zamana göre.Kıyafet yaşama zorluğu yada iş görme zorluğu getirmez.

Peygamberimizin yahudilere ve hristiyanlara benzemeyin dediği gibi İslam kültürü geldiğinde her milletin kendi örf adet ve anenelerine göre yaşamalarına İslami kuralların dışına çıkmamak kaydıyla izin verilmiş.

Burda esas sorun neden batılılara benzemeye calıştığımız, onlar giyindiğimizdir.Batı bize her haliyle düşman zaten.Bizde yüzsüz gibi onlara benzemeye çalışıyoruz.

Mehmet Akif Ersoyun dediği gibi "gün gelecek moda diye İslamı batılılardan öğreneceğiz diye korkuyorum."

Bugün nasıl inanç zayıflığı yaşayan insanlar varsa bunlar hep İslam düşmanlarının yüzündendir.İslam toplumunu dejenere etmekle uğraştıkları içindir.

Bugünün laikleri laikliği yanlış yorumlayıp insanların bireysel tercihlerine hücum etmekte ve İslamı tamamen yoketmekte.Halbuki laiklik devletin din işleriyle yönetilmemesidir.Bu durum bireylerin tercihlerini etlilemez.Mesela benim başörtüm yada erkeklerin sarığı laikliğe engel değildir.Amaç laikliği kullanıp insanların inanç hürriyetine karışmak ve islam toplumunu asimile etmek.

Sonuç olarak islam kadının ve erkeğinin kıyafet şekilleri vardır.Bu bütün dünya tarafındanda bilinir.Ve zaten erkeklerinde kadınlarında giyim şekilleri sıcak-soğuk iklimlere göredir.Örneğin başörtüsü sıcakta zor gibi görülsede günaş ışınllarından korur.Giyilen etekler serin tutar.Kışında herikisi birden ısıtır.

selam ve duayla....

zootechnist dedi ki...

Kazım bey demişsiniz ki kara çarşafa kadını tecrit etmesi nedeniyle karşıyım.Tabii ki kişisel fikrinize saygı duyuyorum ama bu bana göre yanlış bir tespit.Annem geçen yıl çarşaf giymeye başladı ve daha önceki sosyalliği ile bugün arasında hiç bir fark bulunmamakta.

Ve islamın kıyafeti yoktur görüşünüze de tam manasıyla katılmıyorum.Çünkü ladybirdin ve şehnaz hanımında belirttiği gibi bu bir kimlik meselesidir.Elbette iman kıyafetle ölçülemez ve her yçrenin kendi kültürüne has kıyafetler bulunabilir.Ama bugün şalvar yerine pantolon giyiyorsak bu kişisel tercihimiz gibi görünse de temelde yukarda da bahsedildiği gibi İslami düşüncenin her alanda silinmesini hedefleyen bir hareketin ürünüdür.

Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ zootechnist

Yorumunuzda değindiğiniz hususları dikkate alacağım Muhterem, uyarıda bulunduğun için teşekkür ederim :-/

Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Yukarıdaki yorumda,

"uyarıda bulunduğun" ifadesi,
"uyarıda bulunduğunuz" şeklinde

düzeltilmiştir...

tahin dedi ki...

Londra'da bir gun metro istasyonundan cikan bir Ingiliz gordum. Musluman olmus bir ingilizdi. Nasil anladim?
Takim elbiseli idi, elinde evrak cantasi vardi. Saclari sari&acik kumral arasi, gozleri renkli idi. Bildigimiz avrupa irki.. Masa basi bir isi oldugu belli idi.. Ama muslumandi.. Nasil anladim? Sakali ve beyaz sarigi sayesinde... Hala gozumun onunde goruntusu... Hic unutmadim.. Mashallah..

Londra'da musluman olmus ingiliz sarikla ve takim elbise ile calisiyor. Ve boylece yoldan gecen herhangi bir kimse, mesela ben, bir bakista onun musluman oldugunu anlayabiliyorum.

Kadinin ortusu ve erkegin sarigi&sakali imzasidir. Imza bizim kimligimizdir. Korumamiz lazim.