24 Aralık 2006

Miyasoğlu ve “Umut Suları”nda Kırk Yıl 22.12.2006



İBRAHİM BALCI
Millî Gençlik dergisinin ilavesiydi “Umut Suları”. Güzel bir kapakla sunulan ilavenin üzerinde, -Oyun- Mustafa Miyasoğlu yazıyordu. Büyük boy dergi ebadındaki bu ilaveyi önce ilgiyle seyretmiş, sonra okumuştum. Oyun, yanılmıyorsam sahnelenmiş ben izleyememiştim. Miyasoğlu imzasının Millî Gençlik dergisinin sayfaları arasında ve jeneriğinde yer aldığını “Umut Suları”ndan sonra farketmiş ve izlemiştim. Yıl 1969’du. Yeni Sanat dergisi, Büyük Doğu ve Diriliş’ten sonra yeni bir soluktu, 1973’te yayın hayatına başladı. Mustafa Miyasoğlu kurucularındandı. Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat dergisinden sonra “Umut Suları”na açılan bir dergiydi. Şairleri arasında Miyasoğlu, hikayecileri arasında Durali Yılmaz, Hüseyin Bayraktar, edebi araştırma ve denemeci olarak Abdullah Uçman isimleri öncelikli ve kurucu isimlerdi. Yeni Sanat; 1976’da yayın hayatına başlayan Mavera dergisi gibi, birçok yeni ismi, sanat-edebiyat ve düşünce dünyamıza kazandıran dergiler. Tıpkı Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat gibi.
Mustafa Miyasoğlu 1974 yılında Millî Gazete’nin, sanat sayfasında, Sanat ve Edebiyat ilavelerinde yer alan isimlerin ilk sıralarındaydı. Millî Gazete’de iki bölümde tefrika edilen Mustafa Miyasoğlu’nun Kaybolmuş Günler romanı, merhum Üstad Necip Fazıl’ın başyazı ve tefrikaları gibi bir solukta okunuyordu. Günün olayı, yılın ise romanıydı. Kaybolmuş Günler, hâlâ aşılamamış olan Tanpınar ve Peyami Safa romanı çizgisinde bir romandı. Mustafa Miyasoğlu, şiir, hikaye, deneme, biyografi ve roman dalında yirmiyi aşkın esere imza koyarken, “yüzlerce” diyebileceğimiz, düşünce ve edibiyat yazısı, dergi ve gazetede yer aldı, halen de devam ediyor. Dönemeç romanı ismini, Kaybolmuş Günler’e Türk romanı açısından bir sıfat olarak kullanmak istiyorum. Miyasoğlu’nun Edebiyat Geleneği, Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü ve merhum Mehmet Akif İnan’ın Edebiyat ve Medeniyet adlı kitapları sanat, edebiyat ve düşünce dünyamız için önde gelen kilometre taşlarındandı. Daha sonra, sayıp sevdiğimiz, zevkle okuduğumuz bir çok isim tarafından bu alanda eserler ortaya kondu, bahsettiğimiz eserlerin öncülüğüne bir halel gelmedi.
“Afganistan’ın işgali 3. Dünya Savası’nın başlangıcıdır”
Devlet ve Zihniyet (1980), Muhacir (1981) adlı düşünce ve siyaset üzerine denemeleri (25 yıl sonra) bugün bile dünya, bölge ve ülkemiz üzerinde çok ciddi öngörüleri içeriyor. Sovyetlerin Afganistan işgaline 3. Dünya Savaşı’nın başlangıcıdır, tezi Miyasoğlu’na aittir. ABD’nin Afganistan ve Irak işgali, İsrail’in Filistin ve Lübnan işgali, acıklı doğrulayıcılardır.
Mustafa Miyasoğlu’nu tanımam ise ilginç olmuştu. Bir bahar günü (1975) Nihat Hayri, İsa, Abdülkadir ve ben, belki de Mevlüt ve M. Emin de bulunuyordu. Çemberlitaş’ta üniversiteli gençlerin oturduğu kahvehanenin bahçesinde oturuyorduk. Otuzunu aşkın, uzun boylu, ciddi bir adam vakur adımlarla masamıza ve Nihat’a yaklaşıp, selam verdi. Nihat ayağa kalkıp yer açıp tokalaştı biz de tokalaştık. Nihat’ın Fırtınayı Kucaklamak adlı şiir kitabı Yeni Sanat Yayınları’ndan yeni çıkmıştı. Nihat Hayri’nin Yeni Sanat’ın genç şairlerinden olduğunu belirtelim. Tam hatırlamıyorum, belki de sohbetimizin konusu da Nihat’ın şiir kitabıydı. Yeni Sanat dergisi kapandıktan sonra Nihat kitabını çıkarmıştı. Miyasoğlu, masada Nihat’ı sorgular edada sorular soruyordu, biz de izliyorduk. Sonra Miyasoğlu, “Seninle şurda biraz görüşebilir miyiz” deyip Nihat’la ayrı bir masada konuştular, görüşme bitince bize de Allah’a ısmarladık diyerek ayrıldı. Daha sonra bizim de Mustafa Ağabey diyeceğimiz Miyasoğlu’nu şimdi her pazar (kitaplaşmaya devam eden) Edebiyat Sohbetleri’ni iştiyakla okuyoruz. O vefalılık gösterip herkesi arayıp soran bir kişi olarak bize de (gazeteye) uğruyor, biz de ara sıra oğlu Emre ile selam göndererek vefasızlığımızı gizlemeye çalışıyoruz.
Mustafa Ağabey’le süren tanışıklığımız daha sonra dostluğa dönüşerek bugüne geldik. O bizi ve bizim gibi insanları hep gayretlendiren bir ağabey oldu. O’nun bir iki ay önce Eyüp Sultan’da Ebrar Yayınları’na uğrayıp “Baban niye yazmıyor, niye yeni kitaplar yayınlamıyor?” diye sorduğunu oğlum bana söylediğinde, duygulanmış ve heyecanlanmıştım. Tıpkı 1978’de Yenidevir’in Yazıişleri Müdürü Durlu ile görüşüp, ikinci sayfada, Nihat, M.Emin, İsa, Abdülkadir ve benim haftada bir yazmamızı sağladığı gün gibi. Düşünce’nin sağında İsmet Özel, solunda Rasim Özdenören’in günlük yazıları yayınlanıyordu. O yazılar, İsa ile çalıştığımız Yıldız Porselen’de gündemimizi oluşturuyordu. İşçiydik, 6.30’da işbaşı yapıyorduk, memurlar 8.30’da gelene kadar kaçamak yapıyor, el dekorun Yıldız Parkı’na bakan romantik havası içinde, efsunlu bir şekilde oluşuyordu yazılarımız. Yani ibadet aşkı ve şuuruyla okuyor ve yazıyorduk. Şimdi entellektüel aşk ve şuurla, insanların orda burda birbirlerini karalamalarını anlayamıyoruz. Herhalde anlamamakta mazuruz.
Sohbetin devamlı müdavimleri
Bizim edebiyat sohbetlerimiz, değişik mekanlarda Mustafa Miyasoğlu, Durali Yılmaz, Mustafa Özer, Abdullah Uçman, Hasan Nail Canat (merhum) gibi isimlerin sohbetleriyle yer yer zaman zaman örtüşüyordu. Mustafa Ağabey hep bir inşa gayreti içinde idi, bugün olduğu gibi. Ya bir düşünce-edebiyat sohbet ortamını veya bir dergiyi inşa etmenin gayreti içinde idi. Daha sonraları İzmit dostluğuyla Ali Nar Hoca, Hasan Akay ve Hasan Olgaç bu ortamlarda tanıştığımız isimlerdi.
Çığır Yayınları’nda başlayan (Şaban Kurt’un ev sahipliğinde) edebiyat sohbetlerinde, bugün bir derviş, o gün bir filozof gibi duran Mustafa Özdamar Ağabeyi tanımıştım. Zübeyir Yitik de bu sohbetlerin müdavimlerindendi. İskender Pala ile herhalde bu ortamlarda tanışmıştık. İhsan Işık’la tanışmamızı Yenidevir’in sanat edebiyat sayfası sağladı. Sonra asker arkadaşlığıyla pekişen bu arkadaşlığa görsel dünyamıza bir kutup yıldızı gibi doğan ve kendisini merak ettiğim, Hasan Aycın’ı da kattık.
Çınaraltı İstanbul’da bulunan herkes için “kıssatun la tentehi” (bitmeyen bir hikaye). Değişik, zamanlarda, değişik arkadaşlarla güzel bir buluşma yeri idi Çınaraltı. Merhum Ali İhsan Yurt Hoca’nın oluşturduğu sohbet halkası ise, bir sohbet kervansarayı gibi idi, aşina olmadığımız, çeşitli yaş ve kademede bir çok sima ile karşılaşıyorduk.Bu cumartesi sohbetleri birkaç mola ile değişik mekanlara taşınıyordu. Önceleri Marmara Kıraathanesi’nde başlayıp, Çınaraltı’nda devam edip, Enderun’da (Beyaz Saray, şimdi tarih oldu) son buluyordu. Daha sonra Çınaraltı’nda başlayıp, Koska’daki kıraathanede (şimdi orası da tarih oldu) devam edip Enderun’da son buluyordu.
Ramazanlara rastlayan Çınaraltı Sohbetleri, camide Merhum Muzaffer Özak ve Şaban Efendi’nin hatim duasıyla noktalanıyordu.
Miyasoğlu’nun tartışmaları zevkle izleniyordu
Sohbet dağıldığında herkesin ev istikametine göre bir meşşailer sohbeti sürüyordu. Bizim bazen Bayezid’ten Aksaray’a, bazen de Topkapı’ya kadar sürüyordu meşşai okulu. Sohbetlerin merkezinde Ali İhsanYurt Hoca vardı, bir Hezarfen Çelebi idi. Sohbetler, edebiyat, fıkıh, tarih, siyaset, tefsir, kelam, tasavvuf, sanat, felsefe, siyer gibi sınırları belirsiz bir yandan bir yana evriliyordu. Ali İhsan Hoca, soruları geniş geniş cevaplandırıyordu. Mustafa Miyasoğlu katıldığında sohbet hareketleniyor, Ali İhsan Hoca ile Miyasoğlu’nun tartışmalarını zevkle izliyorduk. Tartışma derinleştiğinde bir çoğumuz bıyık altından kıs kıs gülüyorduk. Enderun’da bu rolü Sadık Ağabey (Albayrak) üstleniyordu. Enderun’daki sohbetlerde yaş oranı yükseliyor, bürokrat ve akademisyenler edebiyatçılardan daha baskın oluyordu. Enderun’daki sohbetlerin, Mehmet Şevket Eygi Bey aşina simalarından biriydi. İsmail Bey Enderun’da ev sahipliği yapıyordu. Biz buradaki sohbetlere nadiren katılıyorduk.
Bir ara Millî Kültür Vakfı’nda devam etti bu sohbetler. Mustağa Ağabey baş köşede oluyordu. Daha doğrusu, ya organize eden veya sürükleyen konumundaydı. Elifbe Yayınevi’nde bir dergi kurmak üzere ve bir başka yayınevinde sürdü. İstanbul’da Beyazsaray’da Akçağ Yayınları Şube açtığında İsmail Bey’in ev sahipliğinde, Mustafa Miyasoğlu’nun öncülüğünde kurulacak edebiyat dergisi için sohbetler başlamıştı. Bir kaç sayı yayınlanabilen Sedir dergisini çıkarmıştık. Bizim arkadaşlar kaytarmışlardı. Benim tanık olduklarım, Mustafa Ağabey’in teşebbüslerinden sadece bir kaçı idi. Mesela daha sonraları Abdurrahman Şen’in dergi çalışmalarının en önde destekçi ve şevklendiricilerindendi Mustafa Miyasoğlu.
40. Sanat Yılı’nda bir nebze Mustafa Miyasoğlu... Abdurrahman Şen işsiz kaldığında ben hep üzülüyordum. Şimdi üzülmüyorum, aksine Abdurrahman Şen’i işsiz bırakmak gerektiğine inanıyorum. Abdurrahman işsiz kaldığında güzel güzel faaliyetlere, edebiyat ve sanat dergilerine imza atıyor. Bugün olduğu gibi. Sarmaşık Kültürevi’ni, bu toplantıya katılan dostları, tanıdık, tanımadıkları sevgiyle selamlıyorum.
Mustafa Ağabey’i de, daha nice sanat yıllarına diyerek, hürmet, saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Vesselam...
Mustafa Miyasoğlu kimdir
1946 yılında Kayseri’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada gördükten sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde başladığı yüksek öğrenimini 1973 yılında tamamladı. Burada Türkoloji, Felsefe, Tiyatro Tarihi ve İngiliz Edebiyatı okudu. 1974 yılında başladığı edebiyat öğretmenliği görevini, 1985 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nde Türk Dili Okutmanı olarak sürdürdü. 1988-92 yılları arasında, YÖK ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın görevlendirmesiyle, Pakistan’ın İslamabad şehrindeki Modern Diller Enstitüsü’nde yardımcı profesör unvanıyla yabancılara Türkçe öğretti. Yurda dönüşünde aynı üniversitedeki görevini sürdürürken, 1996-98 yılları arasında, Şehir Tiyatroları Repertuar Kurulu’nda çalıştı. 1998 yılında, edebî çalışmalarına yoğunlaşmak için üniversitedeki görevinden emekliye ayrıldı.
Şiir ve romanları yanında değerlendirme ve eleştiri yazıları da büyük ilgi uyandırdı. Kültür hayatımızın gelişmesi ve önemli eserlerle şahsiyetlerin tanıtılması için yaptığı çalışmalar yanında radyo ve televizyon programlarına katıldı, edebiyatımızın yurtdışında tanıtılabilmesi amacıyla dostluklar kurdu. 1968’den beri Millî Gençlik, Hisar, Türk Edebiyatı ve Edebiyat gibi pek çok dergide yazdı. Bunlardan Millî Gençlik, Yeni Sanat ve Sedir dergilerinin yönetimine katıldı. Suffe Yayınları’nı kurarak Suffe Kültür Sanat Yıllığı yayınladı (1982-88). İlk şiirlerinde yalnızlığı, rüyalara sığınışı, imkânsız aşkı ve büyük şehirlerde tedirginliğe düşen insanımızın temel değerleriyle tarih özlemini dile getirdi. Edebiyat geleneğimizin temel motifleriyle çağdaş insanın iç dünyasındaki kırılmalara ve hüzünlere de şiirlerinde yer verdi.
Romanlarında yaşadığımız dönemdeki acıları derinliğine hisseden gençleri ve kuşak çatışmalarını ele aldı. Aşk acısıyla kimlik bunalımına düşen gençleri, büyük şehir kültürüne yansıyan sosyal değişimi ve geleneksel yapısı parçalanan ailelerin toparlanma çabalarıyla tarih şuurunun doğurduğu sorumluluğu romanlarına konu edindi. Anadolu insanının kendi memleketlerindeki sıkıntılarıyla büyük şehirde tutunma çabasını eserlerinin eksenine oturttu.
Kırk yıla sığan eserler
Edebî eserleri üzerine pek çok üniversitede tez yapıldı, bazıları da yabancı dillere çevrilerek yayınlandı. Öğrencilik yıllarında aldığı ödüllerden başka, iki kere Türkiye Millî Kültür Vakfı Armağanı kazanan, iki romanıyla da Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “yılın romancısı” seçilen Mustafa Miyasoğlu’nun her biri pek çok defa basılan eserleri şunlar:
ŞİİR: Rüya Çağrısı (1973), Devran (1978), Hicret Destanı (1981, Dr. Muhammed Harb tarafından “Melhametü Hicre” adıyla Arapça’ya çevrilip El Belağ dergisinde 1981’de yayınlandı), Şiirler (1983), Bir Gülü Andıkça (1997), Kalbimin Coğrafyası (2005).
HİKÂYE: Geçmiş Zaman Aynası (1976, yeni baskısı Pancur adıyla 1998). Devrim Otomobili (2003).
ROMAN: Kaybolmuş Günler (1975), Dönemeç (1980), Güzel Ölüm (1982), Bir Aşk Serüveni (1995) ile Yollar ve İzler (2002, Masud Akhtar Shaikh tarafından “Roads and Footprints” adıyla 2003 yılında İngilizceye çevrilip Konya’da yayınlandı).
OYUN: Umut Suları (1973) adlı oyunu MTTB Tiyatrosu’nda Yalçın Akçay tarafından sahnelendi, ama basılmadı. Telefon adlı radyo oyunu Yeni Sanat dergisinde yayınlandı (Şubat 1974). Ahmet Mithat Efendi’nin Çengi adlı romanını müzikli oyun halinde sahneye uyarladı, Naşit Özcan tarafından Şehir Tiyatroları’nda sahnelendi (2003).
DENEME: Edebiyat Geleneği (1975), Devlet ve Zihniyet (1980), Muhacir (1981), Roman Düşüncesi ve Türk Romanı (1998), Kültür Hayatımız (1999), Edebiyat Sohbetleri (2003), Bir Gönül Medeniyeti (2005).
İNCELEME: Dede Korkut Kitabı (1984), Necip Fazıl Kısakürek (1985), Asaf Hâlet Çelebi (1986), Ziya Osman Saba (1987), Haldun Taner (1988).
KONUŞMA: Sanat ve Edebiyat Konuşmaları (1999).
GEZİ: Zügüdar - Babil’den Tac Mahal’e Gezi Notları (2003).
SADELEŞTİRME: Çengi (Ahmet Mithat Efendi’den, 1997).
DERLEME: Suffe Kültür Sanat Yıllığı (Beş cilt, 1982-88), Necip Fazıl Armağanı(1984, 1996, 2004), Çağdaş İslâmi Şiirler Antolojisi(1988),Gül Şiirleri Antolojisi(1999).
Mustafa Miyasoğlu’nun 60. yaş ve sanatta 40. yılı
Mustafa Miyasoğlu’nun 60. yaş ve sanatta 40. yılı münasebetiyle bir etkinlik düzenleniyor. Sarmaşık Kültür Dergisi’nin Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde düzenleyeceği etkinlik bugün 13.00’te başlayacak. Yaklaşık 1.5 yıldır yayın hayatında olan Sarmaşık Kültür Dergisi bugüne kadar Bülent Oran, Niyazi Er gibi vefat etmiş sinemacılarımızla, Dilaver Cebeci ve Osman Akkuşak gibi yaşayan edebiyatçılarımıza Sarmaşık Kültür Evi adı altında düzenlediği anma ve saygı günlerine bir yenisini ekliyor: “Mustafa Miyasoğlu Programı” Yaşayan önemli edebiyatçılarımızdan olan ve yurtiçinde olduğu kadar yurt dışında da dilimizi, kültürümüzü eğitimci olarak yaymaya çalışan Mustafa Miyasoğlu’nun 60. yaş ve sanatta 40. yılı münasebetiyle düzenleniyor. Bugün saat: 13.00’de Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi Tiyatro Salonu’nda başlayacak olan program 16.00’ya kadar sürecek. Abdurrahman Şen tarafından yönetilecek panelde, Mustafa Miyasoğlu’nun edebî kişiliği, romancılığı, düşünce dünyası, eğitimciliği, gazeteciliği üzerinde durulacak. Prof. Dr. İskender Pala, Dr. Necmettin Turinay, Doç. Dr. M. Mehdi Ergüzel, İhsan Işık ve Hayati Koca’nın konuşmalarından sonra Fırat Kızıltuğ, bestelediği Mustafa Miyasoğlu şiirlerinin de aralarında olduğu mini bir konser verecek.

11 Aralık 2006

Memleket

Çınaraltı Sohbetlerinin bu ayki konusunu Güzellik Uykusu belirliyor.Ve etkinliğimizin yeni konusu "Memleket".Konuyla ilgili yazılarınızı bloglarınızda yayınladıktan sonra güzellik uykusuna
Şehir asla ölmez, bizi yaşatır. Hatıralarımızı. Çocukluğumuzu. Oynadığımız ilk oyunları. İlk arkadaşlarımızı.

İlk evimizi.Ve şehrin ortasında bir kavram. Belki başında belki sonunda; Memleket. Türkçe'deki en zengin kelimelerden biridir. Türk dilinin de en güzel kelimelerindendir. Hatıralarımızın kelimesidir. Gözyaşımızın, hüznümüzün adıdır. Memleket topraktan öte mülkten başkadır bizim için. Bu yüzden bu ayki konunun "Memleket" olması gerektiğini düşünüyorum. Çınaraltı'na destek veren bütün dostlar hatıralarındaki memleketi yazsınlar istiyorum. Doğduğu köyü, yaşadığı şehri olabilir. Yurtdışında yaşayanlar için bu ülke bir memleket olabilir. Benim için memleket kelimelerdir, cümlelerdir diyen olabilir. O halde ruhumuzda hissettiklerimizin kaleme dökülmesi gerekmez mi?

Güzellik uykusuna maillerinizi yollamak için tıklayın.

weblog: http://www.guzellikuykusu.blogspot.com/Daha sonraki aylar için konu seçiminde bulunmak isteyenler bana mail atsınlar...

03 Aralık 2006

Çınaraltı Sohbetleri III - Suçluluk psikolojisi

Bu ayki Çınaraltı Sohbetleri’nin konusu Ladybird’ün seçimiyle Suçluluk Psikolojisi. Vakit darlığından 1,2 saatte ancak bu kadar yazabildim.Kusura bakmayın artık...

Aslında bir nevi beni anlatan ama çok şükür sinelerde olanı bilen kainatın sahibine inancım sayesinde kapılmadığım psikolojik bir buhran “suçluluk”

Maalesef 21.yy Türkiye’sinde halen yasaklar devam etmekte, kişi hak ve özgürlükleri engellenmektedir.Üstelik bu yasaklar ülkenin gerçek sahiplerine yani Müslümanlara yönelik olmakta ve yaşam alanları kısıtlanmaktadır.

Tüm bunlardan örtülü ve imam hatipli olarak bende fazlasıyla nasibimi aldım.ÖSS sınavında puanım kesilerek istediğim bölüme giremediğim gibi üniversite de başörtüsü takmam da engellendi.

Ne yazık ki saf ve bilgisiz zihinlere Müslümanlar potansiyel bir suçlu olarak gösterilmekte ve Müslümanım deyip dinini yaşamak isteyenler suçluluk psikolojisine sokulmaya çalışılmakta.Kısaca eğer dinini yaşamaya çalışıyorsan suçlusun!Bu hal insanların inançlarını, imanlarını zayıflatma gayesinden başka hiç bir şey değildir.Kalbimizde ki imanla bizleri yenemeyeceğini anlayan İslam düşmanları inancımızın yok olması, zedelenmesi için anbean çalışmakta.

Üzülerek söylüyorum ki çevremize baktığımızda mensup olduğu dini, İslam’ı bilmeyen bilse de uygulamayan nice insanlar görmemiz hiç te zor değil.Galiba kıyamet yaklaşıyor.Allah’ın adını bile anmamız ayıp hale geldi.

Gençlerin beyinleri olmadık süfli şeylerle dolduruluyor.Sanki hayat eğlenceden başka bir şey değilmiş gibi yansıtılıp körpe dimağların beyinleri kirletiliyor.Geçmişte çocuk haliyle cesurca savaşan gençlerimiz 3S (spor,sinema,seks) ile kandırılıyor,tuzağa düşürülüyor.Kültüründen geleneğinden ve dininden bihaber hale getiriliyor. Sonrada gelsin felaketler.İslam’dan uzaklaştırılan bir toplumda pek tabi hırsızlık,kapkaç, fuhuş,cinayet gibi adi suçların artması gayet normal hale gelir.Ecdadımızın zamanın da ihtiyaç sahipleri alsın diye cami duvarlarına bir miktar para bırakılırdı.Kullanan yerine tekrar koyardı parayı.Dükkanlar cuma vaktinde kilitlenmeden açık bırakılırdı.Günümüzde böyle bir şey düşünemiyorum bile.Artık hırsızlık aleni bir şekilde yapılıyor.Tabi Allah’ın kanunlarını bırakıp yerine beşer kanunlarını esas alırsanız olacağı bu.

Günümüzde yalnızca yalısıyla meşhur Osmanlı devrinde sadrazamlık(başbakanlık) makamına kadar yükselen Said Halim Paşa vatan kavramını şu şekilde açıklıyor. “Müslüman’ın vatanı, Şeriat’ın hâkim olduğu yerdir!” Osmanlı mirasını bıraktığı bugünkü torunlarının halini görse üzüntüden kahrolur heralde.

Sermayesinde Hind Müslümanlarının bağışları bulunduğu söylenen İş Bankasına bugün başörtülü biri başvuramıyor bile.Artık İş Bankası öyle bi hale gelmiş ki adaylardan boy fotoğrafı istiyor.

Ve ne yazık ki tüm bunlara dur diyecek bir ses yok.Halbuki bizlerin Şeyh Ahmet Yasin gibi,Said Nursi gibi ve adını sayamadığım diğer İslam büyüklerimiz gibi kendini İslam’a, davamıza adayanlara ihtiyacı var.Gerçek bir lidere ihtiyacımız var.

İnsanlar geçim ve gelecek kaygısına düşmüşler.Gidişatımız içler acısı.Ama Moğollar bile onca güçlerine ve gaddarlıklarına rağmen yeryüzünde 200 yıl kalabildiler.Müslüman Osmanlı 600 yıl boyunca varlığını sürdürdü ve halen daha izleri devam etmekte.İşte İslam’ın gücü.Sevgi, saygı, barış, huzur, hoşgörü dini.Allah’ın dini.Bir millet ancak onunla hayat bulup değer kazanabilir.Firavunlar her çağda varolmuştur.Ama baki kalan Allah’a teslimiyet ve O’nun için yaşamak.Adı için yaşamak…

Allah sonumuzu hayretsin…


Not:Diğer ayların konusunu seçmek isteyenler bana mail atsınlar...