27 Haziran 2006

ABD-Irak

Irak 1972'de petrol sanayîni kamulaştırınca ABD onu terörü destekleyen ülkeler listesine aldı.Fakat Irak İran'ı işgal edince Saddam Hüseyin'e destek vermeye, BM'de Irak işgalini kınayıcı kararları veto etmeye başladı ve terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkardı.Ancak 1988'de Irak ile İran arasında ateşkes imzalanması üzerine planlarda Irak düşman devlet olarak teşhis edilmeye başlandı.Irak'ın Mart 1988'de Halepçe'de Kürtlere karşı zehirli gaz kullanarak katliam yaptığı biraz geçte olsa 8 Eylül 1988'de hatırlandı ve dünyaya ilan edildi.*

20 Haziran 2006

Münir Özkul

Geçen gün TV5'te yayınlanan Yüzleşme programına değerli yazarlarımızdan Vehbi Vakkasoğlu konuktu. S., M. Kayaoğlu kardeşler kendisiyle çok hoş bir sohbet yaptılar. Vehbi Vakkasoğlu hocamızın deyim yerindeyse ağzından bal damlıyordu. Allah ondan razı olsun. İyi ki onun gibi yazarlarımız var.

Münir Özkul'la ne ilgisi var bu sözlerin diyeceksiniz. Hemen anlatayım. Programda Vakkasoğlu'nun "Allah'ı Nasıl Anlamalı, Çocuklarımıza Nasıl Anlatmalı" isimli kitabından bahsedildi. Bu kitapta Vehbi V. Münir Özkul'la yaşadığı bir diyaloğa yer vermiş ve bunu programda da seyircilerle paylaştı. Hatırladığım kadarıyla sizlere aktarayım.

Bu yaklaşık 20 sene önceki bir diyalog.Yani Münir Özkul 60 yaşındayken.

Münir Özkul:Ben müslüman olmak istiyorum.(?!)

Vehbi Vakkasoğlu:Nasıl yani siz müslüman değil misiniz?Nüfus cüzdanınızda İslam yazmıyor mu?

M.Ö.:Yazıyor ama değilim.

V.V.:Bu zamana kadar peki neden olamadınız?

M.Ö.:Müslümanlar beni iki kere püskürttü.

V.V.:Nasıl yani?

M.Ö.:Anlatayım. İlkinde ilkokula gidiyordum. Öğretmenler güüydü ve öğretmenime çiçek toplamak için okulumun hemen yanında bulunan bir caminin bahçesinden çiçek koparmak istemiştin. Tam çiçeği koparmak üzereyken birden karşımda iri yarı, cübbeli, takunyalı dev bir adam gördüm. (V.V. yorum:Caminin imamı,çok gözüyle imamı anlatıyor)Heeeyyhtt! demesiyle kaçmam bir oldu. Bu durumu öğretmenime de anlattım. O da bana (V.V. yorum:İnançsız bir öğretmen olsa gerek) "iyi ki seni kesmemişler" dedi. Bir daha bir cami önünden bile geçmedim, hep uzak durdum.

Ve artık 27 yaşıma gelmiştim. Tiyatrocuydum. Ateisttim. Ama içim boşluktaydı. Mutsuzdum. En sonunda bu böyle olmaz deyip bir camiye gidip namaz kılmak istedim. Çevremde tek namaz kılan hattat Uğur abiyi aradım. O da tamam dedi. Biz filanca camide buluşmak üzere sözleştik. Bana hatta Nurullah Hocanın sohbeti de var, dinleriz dedi. Buluşma yerimize tam vaktinde geldim. Ama arkadaşım henüz gelmemişti. Sonra ne yapacağımı bilemez vaziyette yarım yarımalak bir abdest aldım. Camide de herkes bana bakıyordu. Bende tabi uzun favori, deri ceket vardı. Ve gene ne yapacağımı bilemez halde yaşlı bir dedeyi takip ettim. Hiç olmazsa o nereye gidiyorsa bende gider o ne yapıyorsa bende yapardım. Dedeler sevimli olur ya hani bana yol gösterir diye umdum. Camiye girdik. Çok kalabalık ve sıkışıktı. Yaşlı dedenin yanına oturdum. Çok kalabalık olduğundan dedeyle sıkıştık. Bu arada da hep arkadaşımı gözlüyordum gelsede bana ne yapacağımı söylese diye. Sonra sohbet filan güzeldi ama tam namaza kalkmamızla ve o esnada benim arkadaşımı kapıda görmemle birlikte yaşlı adam bana bir osmanlı tokadı indirdi. Neye uğradığımı şaşırdım. Hemen dışarıya koştum. Kendimi caminin avlusunda buldum. Bir daha da hiç uğramadım camiye. Hayatıma ateist olarak devam ettim. Ama ölüm yaklaşıyor. Müslüman olmak istiyorum.

Babam çok takvalı bir insandı. Son nefesini verirken bana "Şartlar elvermedi. Sana iman namına hiçbirşey öğretemedim. Ama sana tavsiyem adın gibi, soyadın gibi ol. Hatta kul değil özkul ol!" dedi.

(V.V.yorum:Camilerden kaçırdığımız bir sürü insanımız var. Hal ve haraketlerimize çok dikkat etmeliyiz.)

İnternetten öğrendiğime göre şimdi 80 yaşında olan Münir Özkul bunama hastalığına yakalanmış. Eskiye dair hiç birşey hatırlamıyormuş. Yaşadıklarında mutlaka bir hayır vardır. Tesadüf değil tefavuktur. İnşallah imanını koruyarak hakkın rahmetine kavuşur. Allah günahlarını affetsin.

Not:Daha önce Vehbi Vakkasoğlu'nun Bir Destandır Çanakkale isimle eserinden bahsettiğim yazımı mutlaka okumanızı öneririm.

15 Haziran 2006

Beşiktaş-Ortaköy

Üniversiteden arkadaşlarla gezmeye çıkalım dedik.Nereye gidelim derken uzun zamandır gitmek istediğim, eskiden padişahların da mesire yeri olarak gittikleri Ortaköy'ü önerdim.Böylelikle düştük yollara:)

Önce Üsküdar'dan Beşiktaş'a aşağıda gördüğünüz tekneyle geçtik.


Deniz yolunda Kız Kulesine el salladık;)Osmanlı bir su medeniyetiydi. İşte örnek; Beşiktaş'ta ki çeşme. Çok silik göründüğü için adını okuyamadım.Bilenler var mı?

Çeşmenin mimarisi ne kadar güzel yapılmış.Şimdi çok bakımsız görünüyor.Dolmabahçe sarayına da girelim dedik gitmişken ama 09-16 arası açık olduğu ve saat de 17 yi gösterdiği için giremedik.Sonra Deniz Kuvvetlerinin Resim ve Sanat Galerisine girdik. Bina tarihi bir binaydı.Aşağıda gördüğünüz gibi çok güzel ve ihtişamlı bir mimarisi vardı.
Sergide Sultan Abdülmecit'in kendi eliyle yaptığı resim bile vardı. Çok güzel bir resimdi.Kendi fotoğraf makinam olsaydı çekerdim.Ama arkadaşımın cep telefonunu kullandım resimleri çekerken ve sergide kapanmak üzere olduğundan aceleden istediğim fotoğrafları çekemedim. Üstelik telefonun şarjı da sürekli ben bitiyorum diye uyarı veriyordu;):( İnş. başka sefere...
Sadece 2 tane resim çekebildim. Aşağıdaki Osman Hamdi'ye ait Sarı Cübbeli Adam Resmi.18/02/1910 yılında yapılmış.

Bu resimde Yıldız Sarayı Şale Kasrı Hümayunu.Ressam:ŞefikBeşiktaştan Ortaköy'e yürüyerek gittik.Bu sayede gezmiş olduk heryeri.Türk mimarisiyle yapılmış binalar her zaman ki gibi ilgi odağımdı.
Dükkanları da gezdikten sonra "Ortaköy'e gelinirde kumpir yenmez mi hiç" dedi diğer arkadaşım;) Kumpirlerimizi yedikten sonra aşağıda resimde gördüğünüz banklardan ortadakine oturup denizi, tarihi Ortaköy Camî'ni ve ve boğaz köprüsünü seyre daldık.


Güzel bir gündü.Bir kere daha övündük ecdadımızla;)Daha başka yerlere de gidecektik ama vakit çok geç olduğu için gidemedik;)Bir daha ki sefere başka bir yerde buluşmak için karar kıldıktan sonra hepimiz evlerimize döndük.

04 Haziran 2006

Filografi (Çiviyle Telin Aşkı)




Cumartesi günü İsmek'in sergisine gittim.Orda yukarıda gördüğünüz resimleri çektim.Filografi ismini duyuyordum ama ne olduğunu bilmiyordum.Sergide resimlerdeki panoları görünce öğrendim ve çok beğendim.Çivilere tel sararak yapılan bir sanat dalıymış filografi.Resimlerde belli olmuyor pek ama çok ihtişamlı görünüyorlardı.Özellikle Fatih Sultan Mehmet'in portresi.

Işık telde parladığı için ayrı bir hava katmış.Ben çok beğendim.Günün birinde fırsat bulursam filografiyi de öğrenmeyi isterim.Ucuz malzemeyle yapılan ancak çok emek isteyen bir çalışma filografi.Türkiye'de yaygın değil.Köken olarak Ortadoğu'ya ait.Yapanlar kimlerse çok iyi çalışmışlar.Ellerine sağlık hepsinin de...

02 Haziran 2006

Diyalog Savaşı


Mehmet Şevket Eygi( 15.04.2006)

Diyalog Savaşı

GÜNEY AFRİKA cumhuriyetinde yaşayan Müslümanların sayısı yarım milyon ile bir milyon arasındadır. Her yerde olduğu gibi orada da ehl-i iman bir sürü hizbe, fırkaya, cemaate, gruba ayrılmıştır, aralarında çekişme vardır. Vardır ama din konusunda orada bizdekinden daha fazla hürriyet vardır, teşkilat vardır. Mesela bir Ulema Meclisi vardır. Orada yayınlanan islamî dergilerde margarin ilanları yayınlanır, bunlarda yağların Ulema Meclisi tarafından tedkik ve tahlil ettirildiği, islâmî bakımdan yenilmesinde sakınca bulunmadığı beyan edilir.
Bizde böyle yapamazsınız. Laikliğe aykırı olur. Yeşil sermaye ve sanayi olur. Resmî ideolojiye aykırı olur.
Güney Afrika Ulema Meclisi’nin her konuda fetvaları, uyarıları vardır. Hiç olmazsa, dinleyenler ve güvenenler bu fetva ve uyarılardan yararlanırlar.
Bizde birkaç yıldan beri bir “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” savaşı cereyan ediyor. Dinî bir cemaat ve bazı ilahiyatçılar buna son derece taraftardır. Patriklerle, papazlarla, hahamlarla bir araya gelirler, birlikte iftar ederler, toplantılar yaparlar.
Bu cereyana son derece muhalif olanlar da vardır. Çok şiddetli, orta, ılımlı tenkitler yapanlar vardır.
Bendeniz okur-yazar bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak bu Diyalog ve Hoşgörü kampanyasına karşıyım. Dinimi Ehl-i Sünnet hocalarının yazmış oldukları muteber ve güvenilir kitaplardan öğrendim. Diyalogçuların inançlarıyla Ehl-i Sünnet kitapları nice temel meselede uyuşmuyor, aksine birbirine ters ve zıt düşüyor. Birkaç misal vereyim:
(1) Kendisine Hazret-i Muhammed’in risâleti, dâveti ulaştığı halde kabul etmeyen, tekzib eden (yalanlayan), iman etmeyi reddeden bir kimse ehl-i necat ve ehl-i cennet olmaz. Bazı diyalogçular ise, sanki cennet onların tekelinde imiş gibi gayr-i müslimleri de cennete dolduruyor.
(2) Biz Ehl-i Sünnet Müslümanları Kelime-i Şahadeti bir bütün olarak kabul ederiz. Bazı diyalogçular ise, gayr-i müslimlerin hatırı için Tevhid’in ikinci kısmını söylememek taraftarıdır.
(3) Kur’an’da “İbrahim Yahudi ve Nasranî değildi. O hanif ve müslimdi” meâlinde âyet vardır. Diyalogçular ise Yahudilik de, Hıristiyanlık da İbrahimîdir diyorlar.
Bazı diyalogçular işi o kadar ileriye götürmüşler ki, Kur’ân’ı muharref Tevrat ve İncil cümleleriyle açıklayan bir tefsir bile bastırmışlar.
Şunu anlatmak istiyorum: Diyalog konusunda Müslümanlar arasında büyük bir anlaşmazlık vardır. Peki bu durumda Diyanet İşleri Başkanlığımız niçin susuyor? Bu konuda Diyanetin ilmî kurulu niçin fetva vermiyor?
Efendim konu nazik, yukarıya tükürsen bıyık, aşağıya tükürsen sakal...
Doğruları söyleseniz Başkan Bush kızacak, Amerikalı Evangelistler köpürecek, Yahudiler ateş püskürecek, Papa kaşlarını çatacak...
Öyle ama bizler için Allah’ın, Resûlünün, ondört asırdır gelip geçmiş din ulularının rızaları daha önemli değil midir?
Kimseyi itham etmek, suçlamak istemem ama bu Diyalog işinde milyarlarca dolarlar dönüyormuş. Diyalog planları İslâm dünyası dışında yapılmış ve gaye şuymuş:
Ilımlı, ehli (evcil), şeriatsız ve fıkıhsız, suya sabuna dokunmaz, ABD ve İsrail’e kafa tutmaz, cihadı defterden silmiş, din olmaktan çıkıp bir hümanizma veya ideoloji haline döndürülmüş yeni bir İslâm türetmek.
Bu iddialar doğru ise durum gayet vahim demektir.
Diyalogçular ne yapmak istiyor?
Niçin İslâm’a taban tabana zıt fikir, görüş ve inanışlar sergiliyorlar?
Papazlarla, hahamlarla, Amerikalılarla pek can ciğer dostluk yapıyorlar, aralarından su sızmıyor ama kendilerini uyaran mü’min ve muvahhidlerle hiç konuşmuyorlar, onlara düşman muamelesi yapıyorlar.
Bendeniz tenkit konusunda isim vermem, tenkitlerim ısmarlama değildir, hazır konfeksiyon elbise gibidir. Kimin bedenine uyuyorsa ona aittir.
Diyanet ilmî kurulu bu konuda mutlaka çok açık, çok seçik fetva vermelidir, geniş bir rapor hazırlamalıdır.
Öyle yuvarlak laflar, edebiyat istemiyoruz.
Cevabı istenen bazı sorular şunlardır:
(1) Üç İbrahimî din demek câiz midir?
(2) Hazret-i Muhammed’in (Salat ve selam olsun O’na) risâleti, dâveti, dini kendisine ulaştığı halde O’nu yalanlayan, O’nun getirdiği Kur’an’a kul sözü diyen, İslâm’ı hak din olarak kabul etmeyen gayr-i müslimler cennete girecek midir?
(3) Diyalogçuların iddia ettikleri gibi Ehl-i Kitab ile Amentüde ittifakımız var mıdır? Yoksa, büyük ve temel anlaşmazlıklar mı vardır?
(4) Ondört asırlık İslâm tarihinde bugünkü gibi bir Diyalog olmuş mudur?
(5) Yahudi ve Hıristiyanları memnun etmek için İslâm dininin esaslarından taviz (ödün) verilebilir mi?
Diyaloğa muhalif bazı şahıs ve topluluklar, çok şiddetli tenkit ediyor, bazılarını küfürle bile suçluyorlar.
Evet, büyük bir tefrika yangını karşısındayız. Bir an evvel icazetli ve gerçek ulema bu konuda Müslümanları uyarmalıdır.
Diyalogçular eteklerindeki taşları dökmelidir. Ehl-i Sünnet Müslümanlığında taqiyye yoktur. Diyalogçular açık, seçik ve samimi olsunlar. Biz onların kardeşiyiz, bize taqiyye yapmasınlar.
Kimseye çamur atmıyorum ama Diyalog konusunda Yahudilerden ve Evangelistlerden para alınıyor mu alınmıyor mu bu da kesin şekilde araştırılmalı ve netice bir rapor şeklinde Ümmet-i Muhammed’e bildirilmelidir.
Çok yaygın rivayetler var: İsrail ve Yahudiler Diyalogçuları destekliyormuş diye... Hangi Diyalogçuları... Niçin destekliyorlar?
Diyaloğa muhalif bir internet sitesi var:
www.diyalogmasali.com
Merak edenler bu sitedeki yazıları ve tenkitleri okuyabilirler.
Diyalogçular bunlara çok açık, çok samimi şekilde cevap vermelidir.
Diyalogçular Evangelistlerden, Siyonistlerden, Papalıktan ve diğer gayr-i müslim kaynaklardan para yardımı görmedikleri konusunda Müslümanları ikna etmelidir. Soruyorum:
Şöyle bir belgeye imza atabilirler mi?
“Diyalog ve Hoşgörü konusunda Siyonistlerden, Haçlılardan, gayr-i müslim şahıs ve kurumlardan az veya çok herhangi maddî ve manevî yardım almadık, destek görmedik, Şayet onlardan para aldıysak, yardım gördüysek Yüce Allah’ın lâneti üzerimize olsun...”
Elbette beraat-i zimmet asıldır. Lakin ortada bir sürü rivayet, dedikodu, şüphe vardır. Zihinler karmakarışıktır. Bu gibi durumlarda halkı aydınlatmak gerekir.
Siyonistler ve Haçlılar Diyalog konusunda etekleri zil çalarak koşuşturuyorlar. Niçin? Müslümanların kara gözleri için mi?
Diyalog ve Hoşgörü hareketinin merkezi Tel-Aviv midir, Washington mu, Roma mıdır?
Diyalog ve Hoşgörü hareketi ile Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilgisi var mıdır?
Bir kısım Diyalogçular vaktiyle Osmanlı devletini batırmış olan, günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertmeye çalışan Misyonerlik hareketini niçin tenkit etmiyorlar?
Diyalogçular, papazlarla hahamlarla can ciğer de, Diyalog karşıtı Müslümanlara niçin son derece soğuk bakıyorlar, onlarla münasebetlerini kesmiş bulunuyorlar?
Bizim bildiğimiz, İslâm’ın temeli Kelime-i Şahadet’tir.
Bazıları bunun yerine Diyalog ve Hoşgörü’yü mü getirmek istiyor?
Muhterem bir zat “Küresel Barışa Doğru” adlı kitabın 131’inci sayfasında şöyle yazmış:
“...Hatta Kelime-i Tevhid’in ikinci bölümünü yani Muhammed Allah’ın Resulüdür kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır.”
Soruyorum:
İsa bir peygamber değildir, Allah’tır diyenler, Kelime-i Şahadet’in ilk kısmına inanmış oluyorlar mı?
(Hz.) Muhammed yalancıdır, getirdiği Kur’ân düzmedir, İslâm sahte bir dindir diyenleri bir Müslüman bağrına basabilir mi?
Diyalog ve Hoşgörü perdesi ardında İslâm dininin değişmez, temel ana inanç ve hükümlerinden tâviz vermeye kimsenin hakkı ve selâhiyeti yoktur.