16 Ocak 2006

UDİ


Udi, ilk kadın romancımız sayılan Fatma Aliye 'nin 1899 'da yazdığı kendi hayatından izler taşıyan romanı.Romanda Bedia isimli karakterin hayatını anlatıyor.Babasından müzik terbiyesi alan Bedia her türlü müzik aletini çalabiliyor ve güzel bir ses sahip.Udu yeni keşfedişini ve ona nasıl bağlandığını okuyoruz romanda.Mutsuz bir evlilik yapması onu daha çok bağlıyor uduna ve eşinden ayrıldıktan sonra da geçimini ud dersleri vererek sağlıyor.Zaten ud çalmayı istiyordum, kitabı okuduktan sonra daha bir heveslendim.Kesinlikle bir kursa gidip ud ve kanun çalmasını öğreneceğim.

Kadın olarakta pek çok ortak nokta buluyoruz Bedia'yla.Klasik bir hayat.Herkesin yaşayabileceği bir hayat.Ama dönemin istanbulunda geçmesi , henüz Osmanlı Devletinin yıkılmamış olması ve o dönemin hayat şartlarını anlatması romanı okunası kılıyor.

Okumanızı isterim,kadın erkek herkesin ibret alabileceği bir ders var romanda....

10 Ocak 2006

BAYRAM ve Mutfak Peçetesi:)

Kurban bayramı dolayısıyla mekan değiştirdik.Memlekete geldik.Şu an bir internet cafede dar bir vakitte (arkadaşımın hadi çabuk ol gidelim) uyarıları içinde bu yazıyı ekliyorum.Resimdeki mutfak takımımın peçeteleri.4 parça yapıp devamını getirmemiştim.Sonrada unuttum gitti.Bundan sonra bir kaç parça daha yaparmıyım,bilmiyorum:))


Hepimizin bayramı mübarek olsun.İnşallah bayramımızı en iyi şekilde idrak ederiz...

Ve şu mübarek günlerde Allah tüm dualarımızı kabul etsin, bizi Sırat-ı Müstakim 'den ayırmasın...



06 Ocak 2006

"Bayram Çantam" ve "Leyla ile Mecnun"....


Bu çantayı bayrama yetişsin diye yapmak için bir haftadır uğraşıyorum.Genede bitti sayılmaz fermuarının diğer kenarı dikilmedi.Aslında yeşil taftaya yapmak istiyordum.Ama istediğim tonda bir yeşil bulamadım.Mecburen aldığım yerdeki renkler arasından seçim yaptım.Üzerindeki kurdela işleride biraz karman çorman oldu:)) Ama bütün teknikleri daha doğrusu çogu tekniği bir anda öğrenmek için pek çok çiçek modeli içeren bir buket yaptım.Çizimi tamamen bana ait:) Bu ilk çantam oldu.Biraz denemelik,öğrencelik.Bir dahaki sefere daha iyisini yapacağım inş...

Çantayı burdan ve burdan ayrıntılı görebilirsiniz.


Leyla ile Mecnun ve diğerleri



Leyla ile Mecnun'un hikayesini hepimiz az çok biliyoruz.Burda bu aşk hikayelerinin esas konusundan söz etmek istiyorum.Yani mecazi aşktan ilahi aşka olan yolculuktan.İnsanlar bu hikayeleri duyduklarında sadece insan sevgisinde takılıp kalıyorlar.Çoğunuz biliyorsunuzdur. Leyla ile Mecnun diye bir türk filmi yapmışlardı.Orda da sadece kavuşamayan iki insanın karşılıklı sevgisi işlendi.Halbuki Mecnun yani Kays kendini insan sevgisinden tamamen koparıp ilahi aşka, Allah sevgisine yönelmiştir.Artık Leyla yanına gelsede istemez onu.Çünkü asıl sevgiliyi bulmuştur.Ve Leyla sadece asıl Sevgilinin yani Allah'ın küçük bir yansımasından ibarettir.Leyla'yı yaratan ve onu beğenmesini sağlayan Allah'tır.Demekki Allah'ın küçük bir yansıması Kays'ın kalbini derinden etkileyebiliyorsa, O'nu idrak edebilmek ,O'nu yaşayabilmek, O'nu anlayabilmek ne büyük lütuf,aşk ve nimettir.

ZAmanımızın gençliği gereksiz ve sahte masallarla beyinlerini dolduruyorlar.Basit amerikan filmlerindeki sahte aşklarla kafalarını yoruyorlar.Halbuki kendi kültürümüzün eserlerine baksalar,onlarla hayat bulabilseler yaşamı daha iyi kavrayacaklar.Ve gereksiz acılara ve beklentilere düşmeyecekler.Aşkları onları rezil rüsvay etmeyecek onurlandıracak, şereflendirecek.Hakikati daha iyi kavrayabilecekler.

Büyüklerimiz bu hikayelerle beslenip güçlendiler.Kendilerinden emin, ne yapmaları gerektiğini anladılar.Birer hakkıyla birer Mecnun, Yusuf ,Ferhat olabildiler.Peki biz nerdeyiz.Nerde duruyoruz?...Yusuf kadar dirençlimiyiz.Ferhat kadar kendimizden eminmiyiz?Sözümüzün eri, namusumuzun bekçisimiyiz?Ne kadar koruyabiliyoruz şerefimizi...

Sahte dünyanın aşklarıyla değil kendi kültürümüzün hikayeleriyle beslenelim.Yukarıdaki kitaplar haricinde Nazan Bekiroğlu'nun yazdığı Yusuf ile Züleyha'yıda okumanızı öneriyorum.Hepside edebi bir estetik kaygısı güdülerek yazılmış güzel eserler

Rabbim bizi aşkına eriştir!

03 Ocak 2006

İsteklerim...

Tuhfe "2006 yılı içinde gerçekleşmesini istediğin hayallerini paylaşır mısın?" demiş.Paylaşırım tabiki:))

Eğer ölmezde sağ kalırsam;

  1. İş bulabilmek.Haziran 2005te mezun oldum.Ama hala gönlüme göre bir iş bulamadım:)) Bulduklarımı bazı engeller(ulaşım,maaş) yüzünden kabul edemedim.İnşallah en kısa zamanda hatta bu ay bitmeden bir işe girerim.
  2. İmam Hatip liselerine yapılan katsayı adaletsizliğinin kaldırılması.Kendim de bir mağdur olarak bunu can-ı gönülden istiyorum.
  3. Başörtüsü yasağının kaldırılması.Her türlü devlet dairesi,kurum,kuruluş,üniversite gibi yerlere özgürce verahatça başörtülü girebilmek.Kendim de bir mağdur olarak bunu can-ı gönülden istiyorum.
  4. Yurtdışında yüksek lisans yapabilmek.Ama biraz korkuyorum açıkçası.
  5. Burda söyleyemeyeceğim bir isteğimin gerçekleşmesi.
  6. Ve gene burda söyleyemeyeceğim bir isteğimin gerçekleşmesi.
  7. Ve tekrar burda söyleyemeyeceğim bir isteğimin gerçekleşmesi.

Yazdıklarımı okuyunca düşündümde gerçekleşmesi ne kadarda zor isteklerim var.Ama ben genede istiyorum hepsini.Umudumu yitirmedim.Zaten bir umuttur insanı yaşatan.Umut ve inanç.

Allah'ım isteklerimizi veren de sensin, gerçekleşmesini sağlıyacak olanda sen.Sana yalvarıyorum isteklerimizi gerçekleştir.Dualarımızı kabul et.

5, 6 ve 7. maddeler gerçekleştiğinde mutlaka sizinle paylaşacağım.Bana dua edin olur mu?

Bende 2006 yılı içinde Arzu , Kazım, Serra, Meral ve Lambacini 'nin gerçekleşmesini istedikleri hayallerini paylaşmalarını istiyorum. Sene sonunda hayalerimizin gerçekleşip gerçekleşmediğini de yazacağız...

02 Ocak 2006

ZÜGÜDAR


Hint tutkunu olan ben bu kitabı üzerindeki resim dolayısıyla görür görmez almaya karar verdim:))
Ne varsa Doğu'da var .Her türlü gizem,ihtişam,sefalet,acı,zıtlık,vs....Ve ben ingiliz sömürgesine rağmen kendi kimliklerini yitirmeyen bu millete hayranım ve hayretle bakıyorum.Giysilerinden tutun müziğine,hayatı algılayışlarından nasıl tuhaf bir şekilde dejenere olduklarına.Örneğin tvden dinlemiştim.Bazı hintlilerin mezar başında yaptıkları ayini anlatıyordu.Tam hatırlamıyorum şimdi ayrıntıları ama.Onların ayin sırasında yaptıkları bir takım ritüeller aslında İslam'dan gelen bir ibadet şeklinin bozulmuş,yozlaştırılmış ve başka bir din haline dönüşmüş haliymiş.Ve ben çok hayret etmiştin bu duruma.

Herneyse asıl konumuza döneyim.Zügüdar, Mustafa Miyasoğlu'nun görevi gereği gittiği Pakistan'da gezdiği gördüğü yerleri ve ordayken gittiği yerleri (Hindistan,Bağdat vs.) ve anılarını anlatıyor.

Peki Zügüdar ne demek?

Miyasoğlu bir oteldeyken otelin şarkıcısından "Üsküdar'a gideriken aldıda bir yağmur" şarkısının Hintçe aksanıyla söylenmiş halini dinler.Yani Zügüdar'a gideriken.....Biz nasıl Raj Kapoor'un söylediği Avara hun ,ooo' yu Avare huu diye türkçeleştirdikse onlarda Üsküdar'ı Zügüdar yapmışlar:))Ve böylelikle Zügüdar Miyasoğlu'nun kitabının adı olmuş.

Hint ,Pakistan ve Afganistan kültürlerinden bişeyler öğrenmek istiyen, merak eden, merak etmese bile dünyada neler olup bitmiş diye düşünmesi araştırması gereken herkes için iyi bir kaynak diyebiliriz.Ayrıca oralardaki Türk etkilerinide yazarın anlatımıyla öğreniyoruz

Birde kitapta bahsedilen POLYGLOT'luktan söz etmek istiyorum.1 milyar civarında insanın yaşadığı yaklaşık 15dilin konuşulduğu ve yüzlerce şive aksan vs. nin bulunduğu Hindistan'da öyle aileler varmiş ki baba fransızca anne urduca çocuklar bi başka dil konuşuyorlar ve hepsi birbirlerini anlıyormuş.Ve anne baba kimi zaman 2,3 dil biliyormuş.Bu kitabı okuyalı 2 yıl oluyor.Tam olayları hatırlamıyorum.Ancak şöyle bir gözgezdirirsem aa evet bunlar vardı diyorum.O yüzden yukarıdaki olayı kabaca anlattım size.Detaylarını öğrenmek için kitabı mutlaka alıp okumanızı tavsiye ediyorum.Sıradan bir gezi yazısı değil, içinde tarihsel bilgiler içeren, bilgilendirici,eğitici bir kitap.Okuduktan sonra o kültür hakkında epey bir fikir sahibi oluyorsunuz.Oranın halkını daha yakından tanıyor,yaşadıkları acılara sevinçlere şahit oluyorsunuz.

Ayrıca Taj Mahal hakkında Zügüdar Mehmet'in (katibim şarkısını oteldeki caz grubuna grubuna öğreten kişi) yazara yapmış olduğu bir yorum var.Kitapta geçen konuşmayı aynen yazıyorum.Zügüdar Mehmet diyorki:
"...gitte gör milletimizin ne rezaletler yaptığını...,Tac Mahal'i ve yolda göreceğin sarayları kastediyorum.Onları yaptırabilmek için bütün dünyayı unutmuş,halkın ihtiyaçlarını biryana bırakmış ve ölen karısı için adam yirmi senede yirmibin kişi çalıştırarak Tac Mahal'i yaptırmış.Bir sürüde başka büyüklü küçüklü saray..."

Bu sözler Miyasoğlu'nun duygularını altüst ettiği kadar benim duygularımı fikirlerimide altüst etti.Hatta kendime kızmaya başladım..Acaba ben hep bana empoze edildiği şekliyle mi düşünüyorum?Yada ben bir konu hakkında başka açılardan bakamıyor muyum?:(

Miyasoğlu'nun da dediği gibi bu da gerçeğin başka bir tarafı.Bu konu insanı düşündürüyor. Genellikle kendi içimizde kültürümüzün, yani Türk kültürünün övülmesine alışmış olduğumuzdan belki hatalı yönlerimizi göremiyoruz.Yada yanlış taraflarımızı eleştiriyoruz.

Kitapta Zügüdar Mehmet kendi haklılığını ispatlamak için Babürilerin nasıl yıkıldığını,ticari ilişkilerin Müslümanlardan çok Hristiyan batılıların kontrolüne girdiğini ve giderek nasıl ingiliz sömürgesine dönüştüğünü anlatıyor.Ve ona göreTac Mahali yapmak için halk ihmal edilmişti.

Tac Mahal gerçekten Babürilerin yıkımına sebep olduysa, ingiliz sömürgesine zemin hazırladıysa Zügüdar Mehmet'in sözlerine hak verdim. Doğrusu Babürilerin tarihi hakkında detaylı bilgim yok. Şah Cihan'ın iç dünyasınıda bilmiyorum.Ama inşallah Şah Cihan Tac Mahali temiz bir vefa duygusuyla yaptırmıştır.Ve inşallah Şah Cihan Kuran-ı Kerimde "Onlar, O'nu bırakıp da (birtakım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar." (Nisa Suresi, 117) geçen bu ayetteki gibi Allah'ı bırakmamıştır.


Fazla söze gerek yok sanırım.Alıp okuyacaklar eminim pişman olmayacaklardır.

Not:Bu yazıyı dün gece hiç uyumadığım için uykulu gözlerle ve sersemlemiş beyinle yazıyorum.Anlatım bozukluklarım için özür dilerim:((

"Noel Baba” bizim neyimiz olur?

Aşağıdaki yazıyı sizinle paylaşmak istedim.

“Noel Baba” bizim neyimiz olur?

Hakan Albayrak

02.01.2006 Tarihli Mili Gazete
Miladi yılbaşı münasebetiyle aldığım en güzel cep telefonu mesajının altında Yelda Eroğlu imzası var. Şöyle demiş Eroğlu: “Sokaklarda kafası külahlı manyaklar dolaşıyor. Kendinizi yılbaşı kâbusundan koruyun.” Al benden de o kadar! Kanıma dokunuyor bu manyaklık. Mahallemizdeki kuruyemişçinin önünde bile “Noel Baba” oturuyor. Ülkemi tanıyamıyorum. Ülkemin ülkem olduğundan şüphe ediyorum. Nüfusun yüzde 80’ine yakını Hıristiyan olan Adigey Cumhuriyeti’nde pek de dindar olmayan Müslüman Çerkezler “Burası bizim vatanımızdır ve bu adamın bizimle hiçbir ilgisi yok!” diyerek başkent Maykop’a bir “Noel Baba” heykelinin dikilmesini engelliyorlar, fakat nüfusun yüzde 90 küsûru Müslüman olan Türkiye’de “Noel Baba” akıl almaz bir genel kabul görüyor. Bu nasıl Türkiye? “Şükran Günü”nün hindisini, “Kristmıs”ın çam ağacını ve “Aziz Nilolay”ı içselleştiren Türkiye, gerçekten Türkiye midir? Oldu olacak, boynumuza haç da asalım bari!Bu manyaklıkla ilgili bir şeyler yazayım derken, internetteki bir haber sitesinde (http://www.haber10.com/) Arif Nihat Asya’nın bundan 40 sene önce kaleme aldığı “Noel Baba” yazısına rastladım. Ben susayım, üstad konuşsun:“Memleketimize, herhalde, Beyoğlu’ndan giren, Haliç’i atlayarak Fatih’lere, Aksaray’lara, sonra Rumeli’ye ve Boğaz’ı aşarak önce Kadıköy’lere, Moda’lara ve sonra Üsküdar’lara ve oradan Anadolu’ya geçen bu bunak neyimiz olur: Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa Avrupalılıktan pirimiz mi?İstanbul’un Tepebaşı’ndan Adana’nın Tepebağı’na kadar her yeri bilen, her yere uğrayan bu moruk kimdir, necidir?Bir resmine bakarsanız Havarilere, öteki resmine bakarsanız Rasputin’e benzeyen bu iskambil papazı, aramızda nenin nesidir... Bunu hiç merak ettiniz mi?Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: O Haçlı Seferlerinden kalma bir kılınç artığıdır. O zaman silahla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor.O evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit’tir... Kardeşlerini Mukaddes savaşa hazırlamaktan geliyor.O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, şu memlekette ocağına incir dikildikten sonra, kılığını değiştirmiş... ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan; çocuklarımızdan başlamıştır.Bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedakârlığının sebebini düşünmediniz mi?Bırakın onun hakkından ben gelirim: İşte sakalını çekince gördünüz... Sakalı elimde kaldı ve altından Lüsifer çıktı.Bilirsiniz ki casuslar da kıyafetlerini ekseriya böyle değiştirirler. Bu, mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin, yahut bırakın: Haç’ında çarmıha gereyim onu.Tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız: Muhakkak bir şeyimizi çalmıştır.


Ve Noel nedir, ne değildir... isimli yazıyı da okumanızı öneririm...